Osmanlı Sarayının en merak edilen yerlerinden
birisidir. Buranın: örf ve adetleri de, Topkapı’da olduğu gibi, Dolmabahçe
Sarayında ve diğer Osmanlı Saraylarında da devam etmiştir. Biz; şimdi
yaşantısıyla son derece ilginç olan bu yer hakkında biraz bilgi verelim.
Asıl adı: “Dar-üs-saadet” olan Harem; “girilmesi
yasak, saadet evi “anlamına gelmektedir. Daha yaygın olarak, Harem denilen bu yer,
ortada Sultan’ın yattığı yer ve bunun çevresinde; Valide Sultan,
Kadınefendiler, Cariyeler, Sultanlar, Şehzadeler, Haremağaları Daireleri gibi,
iç içe girmiş dairelerden oluşan bir yapı topluluğudur.
Tabii, Harem’in efendisi Sultandır. Ondan sonra gelen
en nüfuzlu kişi ise, Valide Sultan denilen padişahın annesidir. Beylerbeyi,
Valiler ve çeşitli yerlerden; Sultan’a; gönderilen hediyelerin yanı sıra;
kusursuz ve çok güzel kızlar da armağan edilirdi. Bu küçük yaştaki kızlardan
seçilen cariyeler; Harem’de; müsiki, edebiyat, saray adabı gibi birçok konuda,
uzun süre eğitilirlerdi. Ancak, ondan sonra Padişah’a takdim edilirlerdi.
Padişah; eğitimini tamamlayan, kendisine takdim edilen, zeki ve güzel kızlar
arasından beğendikleriyle evlenir, bunlar sırasıyla birinci, ikinci kadınefendi
diye anılırlardı. Yabancılar tarafından garip karşılanan ve elbetteki günümüz
şartlarına kesinlikle uymayan, dört ve daha fazla kadın ile evlenme geleneği
ise; sanırım o yıllarda, özellikle tahta mutlaka bir erkek varis bırakma isteğinin
bir sonucu olarak ortaya çıkmıştı.
Osmanlı Sultanlarının, evlenecekleri kızları,
haremlerinde yetiştirilen cariyelerden seçmelerinin anlamı; çeşitli aileleri,
hanedanlığa ortak kılmamak, onları Osmanlı nüfusundan yararlandırmamak içindi.
Çünkü: haremde yetiştirilen kızlar yani cariyelerin; geçmişleriyle herhangi bir
bağlantıları kalmıyordu. Böylelikle; Osmanlı imparatorluğu, kuruluşunun ilk
yıllarında uygulanan ve çok zararlı görülen, dışarıdan kız alma geleneğinden
vazgeçilmiş, Padişaha eş olacak güzel kızlar, çok küçük yaşlarda hareme
alınarak, özel olarak eğitildikten sonra seçilmişlerdir.
Cariyelerin çok az kısmı: padişah veya şehzadelerin
odalığı olmakta, diğer büyük kısmı ise diğer dairelerde çalışırlardı. Örneğin;
Sultan I.Mahmut döneminde (1730-1745) padişah dışında, padişahın birinci hanımı
olan baş kadınefendi dairesinde 20, diğerlerinde de 10-20 arasında cariye
bulunduğu bilinmektedir. Sultan Abdülaziz döneminde (1861-1876) Dolmabahçe
sarayında, Sultanın 58, Valide Sultanın 43, Şehzade Murad’ın 47,
Başkadınefendinin 15 kadar cariyeleri olduğu; saray arşivlerine kaydedilmiştir.
Evet; Haremde; büyük nüfus sahibi olan Valide
Sultan’dan sonra; evlenme sırasına göre, Padişah hanımları da, büyük söz
sahibiydiler. Bunlardan, erkek çocuğu olanlara “Haseki Sultan” denirdi.
Kadınefendilerden sonra, sayıları dördü bulan ve “İkbal” adı verilen Padişah
gözdeleri vardı. Bunlar da, haremde saygı görür, Sultan’ın ölen veya boşandığı
nikahlı karısının yerine, baş ikbal; Sultan eşi olabilirdi. İkballerden sonra,
gözdeler gelirdi. Bunların da haremde büyük nüfusları vardı. Padişahın gözünden
düşene kadar, bu nüfuslarını sürdürürlerdi. Sultanın çok yakınında, 16 kadar
gözde bulunurdu. Sultan bunlarla da yetinmese, istediği kadar unvansız odalık
alabilirdi.
Harem’in; kurucusu olarak bilinen Kanuni zamanında;
300 kadar olan cariye sayısı, gittikçe artmıştı. Sultan III.Murad zamanında,
500 e ulaştığı, Sultan Avcı Mehmet zamanında ise 700 e çıktığı, çeşitli
kaynaklarda yazılıdır.
Bu kadar çok kadının bir yerde bulunması sonucu;
kuşkusuz: ön sıraya girme, padişah eşi olma isteğinden doğan çekişmelerin olması
gayet normaldi. Bu nedenledir ki; cariyeler; kendi aralarında, çeşitli oyunlara
girişilerek, diğerlerinden üstün oldukları vasıflarını ispatlamaya
çalışıyorlardı. Tüm cariyelerin ideali; Sultana kendilerini beğendirerek,
haremde saygı gören padişah eşi veya gözdesi olmak idi. Böylece; rüyaları
gerçekleşebilecek, belki de koca ülkeye hükmedebilen birer kraliçe ya da
imparatoriçe olabileceklerdi.
İlk defa; Kanuni Sultan Süleyman döneminde; Haremdeki
bu çekişmelerden haberdar oluyoruz. Örneğin: Leh veya Rus asıllı cariye Hürrem
Sultan, tüm rakiplerini geride bırakarak, Sultanın gözdesi olmayı başarmıştı.
Belki çok güzel olmayan fakat son derece zeki, haris, entrikacı olan Hürrem;
Sultana takdim edileceği günü sabırsızlıkla beklemiş, bu olaydan sonra unutulmamak
için, tüm zekasını ve hünerlerini kullanarak, Osmanlı tarihinde derin izler
bırakan bir “Hürrem Sultan Efsanesi “ yaratmayı başarabilmişti.
Günümüzde; burası, dar ve uzun
koridorlar, küçük iç avlular ve bunların çevresine yerleştirilmiş, 400 kadar
odadan oluşuyor. Tavan süslemeleri görülen buranın yapımı: 400 yıl sürmüş.
Hareketli ve canlı günlerindeki renkli yaşamın izlerini görmek mümkün değil.
Bugün; burada loş koridorlar ve boş odalar görülebiliyor. Yaşananlar; yalnızca
ziyaretçilerin hayal gücünde canlanıyor