15 Ocak 2012 Pazar

HAREM


Osmanlı Sarayının en merak edilen yerlerinden birisidir. Buranın: örf ve adetleri de, Topkapı’da olduğu gibi, Dolmabahçe Sarayında ve diğer Osmanlı Saraylarında da devam etmiştir. Biz; şimdi yaşantısıyla son derece ilginç olan bu yer hakkında biraz bilgi verelim.
Asıl adı: “Dar-üs-saadet” olan Harem; “girilmesi yasak, saadet evi “anlamına gelmektedir. Daha yaygın olarak, Harem denilen bu yer, ortada Sultan’ın yattığı yer ve bunun çevresinde; Valide Sultan, Kadınefendiler, Cariyeler, Sultanlar, Şehzadeler, Haremağaları Daireleri gibi, iç içe girmiş dairelerden oluşan bir yapı topluluğudur.
Tabii, Harem’in efendisi Sultandır. Ondan sonra gelen en nüfuzlu kişi ise, Valide Sultan denilen padişahın annesidir. Beylerbeyi, Valiler ve çeşitli yerlerden; Sultan’a; gönderilen hediyelerin yanı sıra; kusursuz ve çok güzel kızlar da armağan edilirdi. Bu küçük yaştaki kızlardan seçilen cariyeler; Harem’de; müsiki, edebiyat, saray adabı gibi birçok konuda, uzun süre eğitilirlerdi. Ancak, ondan sonra Padişah’a takdim edilirlerdi. Padişah; eğitimini tamamlayan, kendisine takdim edilen, zeki ve güzel kızlar arasından beğendikleriyle evlenir, bunlar sırasıyla birinci, ikinci kadınefendi diye anılırlardı. Yabancılar tarafından garip karşılanan ve elbetteki günümüz şartlarına kesinlikle uymayan, dört ve daha fazla kadın ile evlenme geleneği ise; sanırım o yıllarda, özellikle tahta mutlaka bir erkek varis bırakma isteğinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştı.
Osmanlı Sultanlarının, evlenecekleri kızları, haremlerinde yetiştirilen cariyelerden seçmelerinin anlamı; çeşitli aileleri, hanedanlığa ortak kılmamak, onları Osmanlı nüfusundan yararlandırmamak içindi. Çünkü: haremde yetiştirilen kızlar yani cariyelerin; geçmişleriyle herhangi bir bağlantıları kalmıyordu. Böylelikle; Osmanlı imparatorluğu, kuruluşunun ilk yıllarında uygulanan ve çok zararlı görülen, dışarıdan kız alma geleneğinden vazgeçilmiş, Padişaha eş olacak güzel kızlar, çok küçük yaşlarda hareme alınarak, özel olarak eğitildikten sonra seçilmişlerdir.
Cariyelerin çok az kısmı: padişah veya şehzadelerin odalığı olmakta, diğer büyük kısmı ise diğer dairelerde çalışırlardı. Örneğin; Sultan I.Mahmut döneminde (1730-1745) padişah dışında, padişahın birinci hanımı olan baş kadınefendi dairesinde 20, diğerlerinde de 10-20 arasında cariye bulunduğu bilinmektedir. Sultan Abdülaziz döneminde (1861-1876) Dolmabahçe sarayında, Sultanın 58, Valide Sultanın 43, Şehzade Murad’ın 47, Başkadınefendinin 15 kadar cariyeleri olduğu; saray arşivlerine kaydedilmiştir.
Evet; Haremde; büyük nüfus sahibi olan Valide Sultan’dan sonra; evlenme sırasına göre, Padişah hanımları da, büyük söz sahibiydiler. Bunlardan, erkek çocuğu olanlara “Haseki Sultan” denirdi. Kadınefendilerden sonra, sayıları dördü bulan ve “İkbal” adı verilen Padişah gözdeleri vardı. Bunlar da, haremde saygı görür, Sultan’ın ölen veya boşandığı nikahlı karısının yerine, baş ikbal; Sultan eşi olabilirdi. İkballerden sonra, gözdeler gelirdi. Bunların da haremde büyük nüfusları vardı. Padişahın gözünden düşene kadar, bu nüfuslarını sürdürürlerdi. Sultanın çok yakınında, 16 kadar gözde bulunurdu. Sultan bunlarla da yetinmese, istediği kadar unvansız odalık alabilirdi.
Harem’in; kurucusu olarak bilinen Kanuni zamanında; 300 kadar olan cariye sayısı, gittikçe artmıştı. Sultan III.Murad zamanında, 500 e ulaştığı, Sultan Avcı Mehmet zamanında ise 700 e çıktığı, çeşitli kaynaklarda yazılıdır.
Bu kadar çok kadının bir yerde bulunması sonucu; kuşkusuz: ön sıraya girme, padişah eşi olma isteğinden doğan çekişmelerin olması gayet normaldi. Bu nedenledir ki; cariyeler; kendi aralarında, çeşitli oyunlara girişilerek, diğerlerinden üstün oldukları vasıflarını ispatlamaya çalışıyorlardı. Tüm cariyelerin ideali; Sultana kendilerini beğendirerek, haremde saygı gören padişah eşi veya gözdesi olmak idi. Böylece; rüyaları gerçekleşebilecek, belki de koca ülkeye hükmedebilen birer kraliçe ya da imparatoriçe olabileceklerdi.





İlk defa; Kanuni Sultan Süleyman döneminde; Haremdeki bu çekişmelerden haberdar oluyoruz. Örneğin: Leh veya Rus asıllı cariye Hürrem Sultan, tüm rakiplerini geride bırakarak, Sultanın gözdesi olmayı başarmıştı. Belki çok güzel olmayan fakat son derece zeki, haris, entrikacı olan Hürrem; Sultana takdim edileceği günü sabırsızlıkla beklemiş, bu olaydan sonra unutulmamak için, tüm zekasını ve hünerlerini kullanarak, Osmanlı tarihinde derin izler bırakan bir “Hürrem Sultan Efsanesi “ yaratmayı başarabilmişti.
Günümüzde; burası, dar ve uzun koridorlar, küçük iç avlular ve bunların çevresine yerleştirilmiş, 400 kadar odadan oluşuyor. Tavan süslemeleri görülen buranın yapımı: 400 yıl sürmüş. Hareketli ve canlı günlerindeki renkli yaşamın izlerini görmek mümkün değil. Bugün; burada loş koridorlar ve boş odalar görülebiliyor. Yaşananlar; yalnızca ziyaretçilerin hayal gücünde canlanıyor

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder